DİZİ DOSYASI: STRANGER THINGS KARAKTER ANALİZİ (+Spoiler)

14:54



Stranger Things’i henüz izlememiş olanlarınız için genel olarak ele aldığım yazıdan sonra, birbirinden ilginç bulduğum karakterlerin daha bir derinine inmeye karar verdim. Dizi hakkında hiçbir fikriniz yoksa bu yazı yerine diğer yazımı okumanızı tavsiye ederim :’)

İsterseniz ilk önce dizinin ele başları, her biri kendini ayrı ayrı sevdirmeyi başarmış, boyları yarım fakat oyunculukları tam olan küçüklerimizden başlayalım.
Mike Wheeler: Finn Wolfhard tarafından canlandırılan Mike karakteri için, dört kişilik küçük çetemizin ele başı dersek yanlış söylemiş olmayız. Babasının varlıklı olması dolayısıyla mantık evliliği yapan bir ailenin ortanca çocuğu, kendisi dışında bir ablası bir de küçük kız kardeşi var. Devamlı bir sevgi ortamında büyüdüğü aile yapısından ve hareketlerinden anlaşılan Mike ve diğer üç arkadaşı okullarında “nerd” yani inek tipler kategorisine sokuluyor. Henüz ortaokula giden bu küçük çocuğun “Zindanlar ve Ejderhalar” oyununa, çizgi romanlara ve bilime ilgisi çok büyük. Eh, sanırım “inek” kategorisinin olmazsa olmaz üç şartının hepsini sağlıyor. Hal böyle olunca okuldaki zorbaların da hedef tahtası olarak gösterilen Mike, bu çocuklar tarafından “Kurbağa Surat” olarak çağrılıyor. Bence ince, biraz da asimetrik bir suratının olması ona karakteristik bir hava katıyor ya, orası ayrı. Karakter olarak diğer arkadaşları gibi Mike da yardımseverliği ve anaçlığıyla öne çıkıyor çünkü hepimizin bildiği gibi zaten dizinin ilerleyişi hep Will’i yani çetenin dördüncü üyesini, en yakın arkadaşlarını kurtarma yönünde. Bence Mike’ı diğerlerinden ayıran en büyük özellik ise kesinlikle gerektiği yerde gösterebildiği koca kalbi ve cesareti. Bu cesur çocuk, arkadaşları için kendini her türlü tehlikenin ortasına gözünü bile kırpmadan bırakabiliyor. 

Dustin Henderson:  Gaten Matarazzo tarafından canlandırılan Dustin karakterinin ise ilk dikkat çeken özellikleri kıvırcık kumral saçları, masmavi gözleri ve Cleidocranial dysplasia adlı genetik rahatsızlığı yüzünden dişlerinin konuşmasını zorlaştırması. 
Dustin, küçük çetemize dördüncü sınıfta okula gelerek katılıyor ve grubun geri kalanıyla benzer ilgi alanlarına sahip olduğu için kolayca uyum sağlıyor. Aynı zorbalığa maruz kalma durumu Dustin için de geçerli ve onu çağırdıkları isim ise “Dişsiz” Dizinin, ortaokullar ve liselerdeki zorbalıkları işlerken oldukça gerçekçi davrandığını da anlamış oluyoruz böylece. Will’in kaybolması üzerine Dustin’in verdiği tepkiler de aynı Lucas ve Mike kadar yardım etmeye meraklı olsa da kendisinin diğerlerinden biraz daha ürkek, daha korunaklı bir karakter yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Yine de o, bu eksikliğin üstüne her defasında gitmeyi başarıp arkadaşlarına verdiği değeri korkularının önüne koyabildiğini bizlere göstermeye devam ediyor. Son olarak bence Dustin’in dizide belki de en önemli rolü, işler kızışıp Lucas ve Mike kontrollerini kaybettiğinde onlara yol gösteren, kendilerine getiren ve hatta zaman zaman aralarını yapan isim olması. 

Lucas Sinclair: İşte çetenin oyunculuğunu Eleven’dan sonra en çok beğendiğim üyesi Lucas! Benim düşüncelerime geçmeden önce genel olarak bakarsak Lucas, grubun en ani çıkışlarıyla ünlü üyesi. Sinirlenme eşiği diğerlerinden bir tık daha sınırda diyebiliriz. Ben Lucas’da diğerlerinden farklı olarak bir tür olgunluk görüyorum, Dustin ve Mike’ın yanında çoğu zaman çocuklarının ne yapacaklarsa en kısa sürede yapmalarını bekleyen bir baba figürü gibi kaldığı zamanlar oluyor gözümde. Ama bu tabiki her zaman için geçerli değil. Lucas’ın sinirlerine hakim olmakta çok zorlandığını, bazı şeyleri kolay kolay kabul edemediğini çok görüyoruz dizide. Belki de bu yüzden çocuklar arasında bana en gerçekçi gelen karakter kendisi. Tüm bu doğaüstü olaylara “tamam haydi süper kahramanlar olalım, ne olmuş ki kızın telekinezi yetenekleri varsa!” demiyor. Bunun yerine tamamen gerçekçi davranıyor.

Ve gelelim benim bu dizide en en en başarılı bulduğum oyunculardan birine.
“ELEVEN” 
İşte dizinin gerçek gizemi burada yatıyor. Bu kızı anlatmaya nereden nasıl başlasam bilmiyorum, çünkü henüz dizi bile bize onu tam olarak anlatabilmiş değil benim gözümde.
Terry Ives’ın kızı olarak bildiğimiz, MK Ultra programının deneylerinden biri olan Jane Ives, yani Eleven, birçok psiko-kinetik yeteneklerle 1971’de doğmuş bir kız çocuğu. Ve bence dizinin kilit noktası. Kısacık saçları, asi bakışlarıyla bize ilk başta sinirli bir erkek çocuğunu anımsatsa da aslında içinde elindekilerle ne yapacağını şaşırmış, çok korkmuş bir kız çocuğu yatıyor olması, hepsi birbirinden olağanüstü yetenekleri, o yaşta bir çocuğa göre tanıklık etmek zorunda kaldığı şeyler düşünüldüğünde nasıl olur da bir insan onu sevemez diye düşünüyorum. Sahi, sevmeyenimiz var mı acaba? 
Başa dönersek Jane, hiçbir tıbbi kayıtta gözükmüyor ve doğduğu andan itibaren annesinden alınıp Dr. Brenner tarafından büyütülmüş ki Jane, Dr. Brenner’a bu yüzden “Papa” şeklinde hitap ediyor. Belli bir yaşa geldikten itibaren Hawkins Laboratuvar’ından kaçmayı başarana kadar birçok teste tabi tutuluyor ve en sonunda “Upside Down” dediğimiz boyutun kapılarını açmasıyla asıl olaylar patlak veriyor. 
Çok güçlü yeteneklerinin olması bir yana, içinde de çok cesur ve güçlü bir ruha sahip olduğunu gözlerinden bile anlayabiliyoruz Jane’in. Dizide pek fazla konuşmuyor, konuşunca da genelde başlarına pek iyi şeyler gelmiyor. Fakat zamanla açılıp Mike ve diğerleriyle yakın ilişkiler gösteriyor hatta kendini güzel bulmaya çalıştığı zamanlar, peruksuz da güzel olup olmadığını sorması onun aslında arkadaşlık, sevgi, beğenilme gibi duygulara her ne kadar yabancı olsa da bir yandan da aç olduğunu gösteriyor. Yetiştiği ortam dolasıyla içine kapanık olan Jane’in bir de klostrofobisi var ki bu küçükken verilen cezalar düşünüldüğünde çok normal bir durum. Son olarak sizlere güçlerinden bahsedeceğim. Bu küçük kız, telekinezi, psikometri, telepati, ses taklidi, astral seyahat, elektromanyetik kontrol ve biyokinezi yeteneklerine sahip.
Yaş aralığını biraz daha büyüttüğümüz zaman karşımıza “teen” karakterlerimiz geliyor. Nancy, Jonathan ve Steve. 

Nancy Wheeler: Natalia Dyer tarafından canlandırılan Nancy karakteri, hepimizin bildiği gibi olaylara en yakın arkadaşı Barbara ortadan kaybolduğu zaman dahil oluyor. Ondan öncesinde ise tek derdi hoşlandığı çocuğun ilgisini nasıl çekebileceği gibi düşünceler olan Nancy, her ne kadar sıradan bir liseli profili çizmeye çalışsa da başı boş gezen çevresinden farklı düşünen, farklı davranan bir genç. Genel olarak baktığımızda Nancy’nin inatçı, sabırsız diğer yandan kibar, cesur, neşeli ve güçlü değerlerle bezenmiş bağımsız bir karakteri var. Aynı zamanda Nancy, “upside down”a girip burada en az vakit geçirerek canlı bir şekilde kurtulmuş ilk karakter. Yine de bu onda geri dönüşü olmayan izler bıraktı bu yüzden hala zorluklar çektiği oluyor. Bu zorlukları aşmasında küçük çetemizde olduğu gibi Nancy’nin de yanında olan bir erkek arkadaşı (Steve) ve arkadaşı (Jonathan) bulunuyor. Bunun dışında Steve’in arkadaşları da var ancak onlar olayların çok dışında kaldığı için onlara girmeyeceğim. İsterseniz şimdi Steve’e geçelim?
Steve Harrington: Steve Harrington. Lisenin en gözde çocuğu. Dizinin ilk bölümünden beri “havalı-kötü çocuk” tavırlarını hep üstünde taşıyan Steve’in herkese gösterdiği sert kabuğunun altında, başkaları için bir şeyler hissedebilen gerçek bir kalp yattığını da zamanla görüyoruz. Özellikle kız arkadaşı Nancy’e karşı olan tutumunda kendine sakladığı Steve’i açık bir şekilde belli ediyor bence. Nitekim bu hislerini kendine dahi itiraf etmesi kolay olmadı, bu süreçte yani dizinin başlarında “dünya üstündeki en kazma çocuk” ünvanını gururla taşıyordu. Yani Steve, dizide kendini tanıma sürecini açıkça gözlemleyebileceğimiz bir karakter.
“Senin için endişelenmiştim.” repliğinde de kendini gösteren sevgi, hayal kırıklığı ve kıskançlık hisleri o kötü-zorba çocuk görüntüsünün altındaki Steve teorisini de doğruluyor bizler için. Bence bu karakterden ileride çok başka şeyler beklesek boşuna bekliyor olmayız.

Jonathan Byers: Charlie Heaton’ın hayat verdiği Jonathan karakterine gelecek olursak aslında bu da hakkında konuşulacak birçok şey olan bir diğer karakter. Sorunlu bir ailenin en büyük oğlu olan Jonathan, dizinin başından beri ailenin yükünü omuzlandığını bizlere belli ediyor. 
İçine kapanık, kibar, özgür ruhlu ve cesur bir karakter yapısı olan Jonathan’ı Nancy ile aralarında bir bağ kurulana kadar hep tek başına görüyoruz. Hatta zaten kendisi “Ben çoğu insandan hoşlanmam” diyerek bizleri bu konuda doğrulamış oluyor. Bu hale gelmesinin arka planında muhtemelen babasının terk edişiyle birlikte sorunlu bir çocukluk geçirmiş olması, erkenden büyümeye zorlanması yatıyor olabilir çünkü neticede küçük kardeşi ve annesine bakmanın yükünü taşımak kolay bir şey değil. Fotoğrafçılığa ve müziğe ilgisiyle bildiğimiz Jonathan karakteri aynı zamanda aileyi geçindirmek adına geç saatlere kadar bir işte çalışıyor. Son olarak her küçük kasaba gencinde olduğu gibi Jonathan da oradan uzaklaşıp NYU (New York University) ‘da okumak istiyor. Peki, tüm bu hengame arasında bu hayalini gerçekleştirebilecek mi? Hep beraber göreceğiz :)
Nancy-Steve-Jonathan üçlüsünün yanı sıra dizide “liseli” kategorisinde inceleyebileceğimiz üç farklı karakter daha var. Bunlar Steve’in arkadaşları Tommy ve Carol, Nancy’nin en yakın arkadaşı Barbara Holland. İkinci sezon için Barbara’yı unutmayacağız sinyalleri veriliyor fakat diğer iki karakteri eğlenceye düşkünlüklerinde öte tanımıyoruz.
Ve gelelim dizinin yetişkinlerine. Bu kategoride karşımıza Will’in annesi Joyce ve şerif Hopper çıkacak. 

Joyce Byers: Winona Ryder tarafından başarıyla canlandırılan Joyce karakterinin genel özelliklerine bakacak olursak karşımıza bir satış elemanı olarak çalışan, önceleri kaygı bozukluğu yaşamış, geçim sıkıntısı çeken, oğulları Jonathan ve Will’e tek başına bakmaya çalışan, sorunlu bir evlilik geçirmiş bir kadın çıkıyor. Karakterimiz dizinin başından beri kaybolan oğlunu arıyor ve bu süreçte oğlunun onunla ışıklar aracılığıyla iletişim halinde olduğuna inanıyor. Çevreden hatta kendi öz oğlundan bile bir süre deli muamelesi görse de bu inancından vazgeçmeyen Joyce’un oğluna nasıl büyük bir sevgi duyduğunu her seferinde iliklerimize kadar hissediyoruz. Ve bence Joyce tüm dizi boyunca bizlere gerçekten harap olmanın, bitap düşmenin, çaresizliğin nasıl bir duygu olduğunu gösterirken en karanlık zamanlarda bile yakacak bir ışık aramamızı öğütlüyor. 
“Belki berbat haldeyim, belki de deliyim. Belki aklımı kaçırdım! Ama Tanrı yardımcım olsun ki, Will’in hayatta olduğuna dair en ufak bir inancım olduğu sürece, ben ölene kadar bu ışıkları yakmaya devam edeceğim!” -Joyce Byers


Jim Hopper: David Harbour tarafından canlandırılan kasaba şerifi Jim, dizinin başlarında bizlere alkolik, ev bile denilemeyecek bir yerde yaşayan, kullandığı ilaçlarla akıl sağlığını zar zor ayakta tutuyormuş profili çizen biri olarak karşımıza çıkıyor. Fakat daha sonra Jim’i bu hale getiren hikayenin çok yaralayıcı olduğunu fark ediyoruz.
Eşi Diane ile birlikte şehirde yaşayan Jim’in Sarah adında kanser hastası küçük bir kız çocuğu olduğunu, kızı henüz çok küçükken onu kaybettiğini fakat bu durumu bir türlü kabullenemediğini gördüğümüz Jim, kızını soran insanlara hala “Kızım şehirde annesiyle birlikte yaşıyor.” “Bugün Spelling Bee yarışmasını kazandı.” şeklinde bahsediyor. 
Tüm bunlardan dolayı Jim, kaybolan Will’e, arkadaşlarına, Terry Ives’ın kayıp kızı yani Eleven’a bütün yüreğiyle yardım etmek için elinden geleni yapıyor. Kendini çoğu kez çocuklar için tehlikeye atan Jim, yalnız, sorunlu bir hayat geçiriyor olsa da kalbinin büyüklüğünü her defasında bizlere gösterdi ve göstermeye devam edeceğine de eminim. 

Dizinin ana karakterlerini bu şekilde özetleyebiliriz. Eminim eklenecek daha çok şey vardır fakat bunlar sadece genel bakışlar. Son olarak gördüğünüz gibi dizi, çoğu dizide göremediğimizi yapıp her yaş grubundan insanı bir araya getirmiş ve hepsine ayrı ayrı hikayeler ve görevler vermiş. Bu sayede aynı olaya, birden fazla bakış açısıyla bakmamızı sağlamışlar, çok da güzel olmuş deyip bitiyorum.


Sevgiyle kalın...-Fulya

You Might Also Like

1 yorum

Popular Posts

Like us on Facebook